Clicky

ÇOBANLIKTAN BİLİM ADAMLIĞINA Çağdaş Eğitimin Önemi – DR ALİ TİGREL – Ortak Akıl Politika Geliştirme
Ortak Akıl Politika Geliştirme

ÇOBANLIKTAN BİLİM ADAMLIĞINA Çağdaş Eğitimin Önemi – DR ALİ TİGREL

Bu yazıyı beni çok etkileyen gerçek bir hikayeyi okuyucularımla paylaşmak ve ülkemizdeki eğitim sistemi bağlamında yorumlamak istediğim için kaleme aldım.

Hikaye 1936 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor.

Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşırlar. Çobanı yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar.

Küçük çoban ürkek bir sesle yanıt verir: “Hüseyin…”

Öğretmenler Hüseyin’e yanlarındaki gazeteyi verip okumasını isterler. O tarihlerde ülkemizde okuma yazma bilenlerin sayısı gerçekten çok azdır. Okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanır.

Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi eline almayı kabul etmez.

Öğretmenler bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorarlar.

Hüseyin, 12 diye yanıtlar ve ekler: “3 yaşımda annemi kaybettim, 11’imde de babamı…”

Hüseyin ile bir süre sohbet eden öğretmenler, çocuğun aslında çok zeki olduğunun farkına varırlar. Mutlaka okuması gerektiğini tembih ederler.

Hüseyin, karşılaştığı öğretmenlerin verdiği destek ve heyecanla Denizli’de parasız yatılı okumaya başlar.

Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap hediye edilir. Hüseyin kitabı bir gecede okuyup bitirir.

Ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine gider, “bu kitapta eksiklik var” der.

Öğretmen şaşırır. Çünkü Hüseyin’in bahsettiği eksiklik, Einstein’ın Relativite (görecelik) Teorisi hakkındadır. Hüseyin, söz konusu evrensel kuramın önemli bir parçasının kitapta olmadığını fark etmiştir.

Fen Öğretmeni konuyu İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kendi hocası olan fizik profesörü rahmetli Nusret Kürkçüoğlu’na mektup yazarak iletir. Nusret hocadan gelen yanıt şudur: “Hüseyin liseyi bitirince İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümüne gelsin.”

 Hüseyin mezun olduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümüne gider. Denizli’li öksüz ve yetim çoban Hüseyin, orada da birtakım çalışmalar yapar ve işin ilginç yönü, bu çalışmaları hocaları anlayamaz. Hocalarından biri, “Hüseyin’in bu çalışmalarını bilse bilse Amerika Birleşik Devletleri’nin Boston şehrinde bulunan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) görevli Profesör Morse bilir” diyerek çalışmaları mektupla ona gönderir.

Bir süre sonra, Profesör Morse’dan şu yanıt gelir:   “Hüseyin’in bu yaptığını beş yıl önce bir grup buldu, ama bunu Hüseyin’in tek başına bulması olağanüstü bir şey. Amerika’ya gelsin. Tüm masraflarını karşılayacağız.”

Gelelim 1952 yılına. Hüseyin yüksek elektrik mühendisi olmuştur. Anne baba yok. Köyünün insanları son derece fakir. Bir gazete kampanya yapar. Toplanan parayla Hüseyin Amerika’ya giden bir gemiye bindirilir.

Hüseyin, MIT’te Profesör Morse’un karşısına geçer. Morse, Hüseyin’in tez hocası olacak ama Hüseyin’in İngilizcesi iyi değil. Morse’un dediklerini anlamakta büyük sıkıntı çekiyor. Hocasına “write on the blackboard” der. Profesör Morse, Hüseyin’in tez konusu olacak konuyu tahtanın üzerine yazar. Hüseyin de bunu defterine geçirip üniversiteden ayrılır.

MIT’te tez konuları en az 4 yıl, genelde 5-6 yılda bitirilebiliyor olmasına rağmen Hüseyin çalışmasını 3 ay sonra bitirip hocasının karşısına çıkar. Morse, tezi inceler ve birkaç gün sonra Hüseyin’i çağırır. “Senin tezin tamam. Ancak burası MIT. Biz burada böyle hemen doktora diploması veremeyiz. Sen git istediğin dersleri al, 2 yıl sonra gel” der.

Hüseyin, 2 yıl sonra doktorasını alıp bu kez Princeton Üniversitesi’ne gider. Orada büyük bilim adamı ve ünlü fizikçi Albert Einstein ile birlikte çalışır.

Birkaç yıl sonra Boston’a geri döner, yeni icatlara destek olan bir firmada çalışmaya başlar. Burada bilgisayarlar ve onlara konuşma ile talimat verme konularına yönelik projeler yürütür. Sesle kumanda edilen bilgisayarı ilk defa 1960’lı yılların başında Hüseyin Yılmaz yapar.

1958 yılında, çalışmalarını yakından takip ettiği Einstein’ın kendisi kadar ünlü fonksiyon teorisinde eksikler tespit eder ve bunu bir mektupla Einstein’a gönderir. Ancak Einstein, mektup kendisine ulaşmadan vefat eder.

Hüseyin Yılmaz, bulduğu eksikleri ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca akademik dünyada adeta bir kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye bölünür. Einstein’ın kuramına karşı Yılmaz kütle çekim kuramı da literatüre girer. Hüseyin Yılmaz, 27 Ocak 2013’de ABD’de vefat eder.

Bugün dünyada yaygın olarak kullanılan Siri, Google Now, Cortana gibi programlardaki sesli komut sisteminin mucidi Profesör Dr. Hüseyin Yılmaz’dır.

Çobanlıktan başlayarak bilim dünyasına yön veren bir akademisyenin hikayesi böyle.

Etkileyici değil mi?

Ama unutmayalım. Bu kısa hikaye bile çağdaş eğitimin bir ülkenin bekası için yaşamsal derecede önemli olduğunu göstermiyor mu?

Ne yazık ki özellikle son yıllarda eğitimi dinselleştirmek için her şey yapılıyor. Bunun ülkemizi olumlu bir noktaya götürmesi mümkün değil.

Bilim inancın antitezidir. Eğitimi dinselleştirmenin ve yozlaştırmanın, din motifleriyle ve hurafelerle donatmanın içinde bulunduğumuz zaman diliminin dinamikleriyle bağdaşmadığını, toplumumuzun çağdaş dünyadan giderek kopmasına yol açacağını, bilim ve teknolojide çağın iyice gerisinde kalmamıza neden olacağı endişesini taşıyorum.

Dinin tutucu bir yapı içerdiği, mevcudun korunması üzerine kurgulandığı, değişimi reddeden bir tavır sergilediği açıktır. Dinin hep karşıt güç olarak algıladığı bilim ise bunun tersi bir zemine sahiptir. İlerleme, yenilenme ve değişme, bilimin özdeş olduğu olgulardır. Dinin belki de en büyük problemi eleştirel düşünceye, yeniliğe ve yaratıcılığa kapalı olmasıdır.

Bu noktada biraz tarihe bakalım. 19. Yüzyılın ortasında çok az ülke hızlı sanayileşme sürecini başarıyla tamamladı. Pek çok toplum ise daha ne olduğunu anlayamadan ilerleme trenini kaçırdı ve geri kalmaya mahkum oldu. 21. Yüzyılın üçüncü on yılı içindeyiz ve ilerleme treni bir kez daha perondan ayrılmak üzere. Sanıyorum bu treni kaçıranların ikinci bir şansı olmayacak. Trende olmak isteyen toplumların zamanımızın teknolojisini, özellikle de biyoteknolojiyi ve bilgisayar algoritmalarının gücünü kavramaları gerekiyor. Beden, beyin ve zihin, 21. Yüzyılın temel ürünleri olarak konumlanırken bunları üretmeyi bilenlerle bilmeyenler arasındaki fark tahminlerin çok ötesinde olacak.

21.yüzyılda artık hiçbir şeyin aynı kalmayacağı bir düzlemdeyiz. Daha önceki yüzyılların, kendilerinden bir önceki yüzyılla aralarındaki farklılaşmadan çok daha hızlı zihinsel evrimin yaşandığı bir dünya ile karşı karşıyayız. Böyle bir dünyanın yaşadığı değişimden olumlu veya olumsuz etkilenmeyecek hiçbir alan bulunmuyor. Rasyonel ve kanıta dayalı bilimin karşısında irrasyonel ve kanıtsız inanma şekilleri yine var olmaya devam edecek. Ancak bilime ayak uyduramayan toplumların işi giderek zorlaşacak.

Yukarıda çok kısa olarak ifade etmeye çalıştığım düşünce sisteminden yola çıkarak geldiğim nokta ise şu: Eğer ülkemizin ekonomisini düzeltmek ve ülkemizi küresel rekabet liginde üst sıralara taşımak istiyorsak, genç nesillerimizin doğru ve çağdaş eğitimine, sağlık ve mutluluğuna, sosyal güvencesine ve nihayet doğru yerde istihdamına önem vermek durumundayız.

Ama şimdi yapıldığı gibi eğitim dinselleştirilir, dogmalarla süslenir ve hurafelerle donatılırsa, işte o zaman ekonominin gerçek ihtiyacı olan bilgide ve beceride gençler yetiştirilemez. Toplumumuz teknoloji odaklı çağdaş dünyanın gerisinde kalmaya mahkum olur.

Milli Eğitim Bakanlığını tarihi sorumluluğunun bilincinde olmaya davet ediyorum.

Ortak Akıl Politika Geliştirme

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...