Geçen yazımızda, mart ayından bu yana Putin güçlerinin işgali altında bulunan Zaporijya Nükleer Santralı çevresindeki çatışmaların son günlerde yoğunlaşmasının, 1986 Chernobyl felaketine benzer sonuçlara neden olup, olmayacağı sorusu üzerindeki görüşleri ortaya koyarak, bu çok ciddi sorunu anlamaya çalışmıştık.
Yazıyı, Sibirya’daki bir LNG tesisinde sıvılaştırılamayan fazla gazın, Almanya’ya nakledilmek yerine yakılması karşısında, ” Putin’in Roma’yı yakan Neron’un şöhretine göz diktiğini söylemek acaba çok mu abartılı olur?” sorusuyla sonlandırmıştık.
Bu sorumuza, bazı okuyucuların, “hiç abartılı olmaz” yanıtları karşısında şaşırdık mı; doğrusunu söylemek gerekirse, hayır!
Çünkü, SSCB’nin çökmesi ardından yaşanan kargaşa sırasında, eski KGB şefi Putin’in Rusya Federasyonu’nun başına geçmek için başvurduğu manipülasyonlara, önce, 2020’nin başında “Putin’in Çarlık Oyunları” başlıklı, sonra da geçen yılın nisan ayında “21.Yüzyılın Çarı Putin” başlıklı yazılarımızda açıklık getirmeye çalışmıştık.
Putin’in kişiliği üzerinde analizler yapmak bize düşmez elbette ama, işaret ettiğimiz iki yazımızda yer alan gözlemci yorumları üzerinden bakıldığında, gençliğinden itibaren yaptığı istihbaratçılığın bilinçaltına yığdığı travmalar bu kişiyi doymak bilmeyen bir güç ihtirasına yönlendirmiş olabilir mi?
Putin’in Ukrayna’ya saldırısının hemen ardından büyük tehdidi…
Bu sorunun yanıtını uzmanlara bırakıp, altı aydır sürdürdüğü Ukrayna’ya saldırısının başlarında onun, “bizi durdurmaya çalışacak düşmanlar ve onların halkları şunu iyi bilmeli ki; Rusların buna tepkisi tarihin şimdiye değin kaydettiklerinin çok ötesinde, daha önce görülmemiş boyutta olacaktır” sözleri başta batı ülkeleri olmak üzere bütün dünyada ciddi kaygılara neden oldu.
Diğer yandan, eski soğuk savaş ürünü istihbaratçı zihninin, mimik ve jestlerinde dışavurumunun önüne geçemeyen Putin’in, sempatik görünümlü dışişleri bakanı Sergey Lavrov’a bile, nükleer savaş tehlikesinin hafife alınmaması gerektiğini söyletmesi dikkat çekicidir.
Ayrıca Rus devlet televizyonundaki bir programda, tehdidin boyutunu, denizaltı nükleer saldırısı ile Britanya adasının sulara gömüleceği aşamasına kadar taşınması, bu tehlikeli kişiliğin hastalıklı zihninin bir diğer dışavurumu olarak yorumlanabilir.
Onun bununla da yetinmeyip, aynı devlet televizyonunda, Rusya’nın nükleer saldırısı sonucunda, Avrupa’da tek bir canlının kalamayacağını gösteren dehşet verici simülasyonlar ile yarattığı korku iklimi de dikkate almamız gereken bir diğer ayrıntı olarak duruyor karşımızda.
Putin ve adamlarının insanı dehşete düşüren bu tehditleri , kimi gözlemcilerce blöf olarak nitelense de, kimilerince de, taktik nükleer silah kullanılmasının gündeme gelebilecek olması nedeniyle ciddiye alındı.
Putin’in nükleer tehdidi yeni değil…
2008’de Rusya’nın Gürcistanı işgal etmesi üzerine, Pentagon’un savunma kalkanı oluşturmak üzere Polonya’ya roketler yerleştirmesinin Rusya’nın Güvenlik Doktrinine aykırı olduğu gerekçesiyle Polonya’nın Putin tarafından nükleer silah ile tehdit edildiği hatırlanacaktır.
Benzer şekilde, 2014’de Kırım’ı işgal edip ülkesine katan otokratımızın, bu girişimine karşı koyacak ülkelere yönelik nükleer güç kullanacağı uyarısında bulunması da unutmamamız gereken ayrıntılardan biri.
Bazı gözlemciler, geçmişte kalan bu iki olayda da istediklerini nükleer güç tehdidini gerçeğe dönüştürmeden elde eden Putin’in, Ukrayna’nın Rus güçlerince ele geçirilen bazı önemli kentleri geri kazanması halinde taktik nükleer silah kullanma yoluna gidebileceğinden duydukları kaygıyı açıkça dile getiriyorlar.
Bu gözlemcilere göre, Putin, taktik nükleer silahları savaş alanlarının dışında bir bölgede kullanarak, hem Ukrayna’ya, hem de bazı Avrupa ülkelerine gözdağı vermeyi hedefliyor. Putin’in bu amaçla silahları kullanabileceği en muhtemel iki bölgeden birinin Kuzey Denizinde, İngiltere ile Danimarka arasında bir deniz alanı, diğerinin de Karadeniz olabileceği öne sürülmektedir.
ABD ne diyor?
NewYork Times’ın bir raporunda, Putin’in Ukrayna’ya nükleer saldırısı halinde, ABD’nin, ortaklarıyla birlikte alacağı pozisyonlar üzerinde senaryo çalışmalarını çoktan başlattığından söz ediliyor. Öyle ki, ABD ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan’ın, Putin’in, nükleer, kimyasal, biyolojik, hangi tür olursa olsun kitle imha silahları kullanması halinde ağır bedel ödeyeceğini söylemekten çekinmediğine ilişkin vurgu yapılıyor.
Bütün bu iç karartıcı manzaraya, yaklaşık dört yıl önce Putin’in de benzer sözlerle Nato’yu tehdit ederek; “eğer birileri Rusya’ya zarar vermeye kalkarsa, biz de insanlığı felakete sürükleyecek de olsa, aynı şekilde karşılık vermekten kaçınmayız. Ben Rusum ve devletin başı olarak, Rusya’sız bir dünyaya neden gereksinim duyulduğunu sorma hakkına sahibim” sözlerini eklediğimizde, ne ABD’li, ne de Rus olan dünyalılar adına bir uyarıda bulunalım
Yaşı uygun olanlar hatırlayacaktır!
1962’de, o dönemlerin ABD’si ile SSCB’si arasında, bir büyük savaşa neden olacak Küba Füze Krizi yaşanmıştı. O tarihten bu yana geçen altmış yılda tek bir şey dışında birçok şey değişti:
İnsanlığı yeniden bir dünya savaşı aşamasına taşımaktan çekinmeyecek denli bu marazi zihinli siyasetçilerin, ülkelerini belki de ölünceye kadar yönetme tehlikesinin önüne neden geçilemedi?
Bilimde, teknolojide, iş yaşamında, eğitimde kısacası hayatın her alanında baş döndüren gelişmelere tanık olduğumuz bir süreçte, bütün bunların temelini oluşturan bilgi parmağımızın tek dokunuşuyla karşımızdaki ekranda belirirken, nasıl oluyor da insanlık hâlâ bir zırcahil psikolojisiyle bu gözü dönmüşlerin peşinden sürükleniyor?
Kaynak:www.yurtseverlik.com