Ukrayna Krizinde Yeni Sorunlar
Zaporijya Nükleer Santralı Ve
Küresel Tehditler
Son altı aydır dünya gündeminde ilk sıralardan inmeyen Ukrayna Krizi ile ilgili haberler adeta sıradanlaşıp, yerini bir ölçüde Tayvan Krizi’ne bırakınca, doğal olarak biz de “haber-yorum” çalışmalarımızı Çin’e yönlendirip, Tayvan Krizi ve ÇKP’nin 20.Kongresi’ne giden süreci anlamaya çalışmaktaydık.
Nitekim, Ukrayna Krizi haberler günlük çatışmalardan çok, önümüzdeki kış, başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerini bekleyen enerji sorunu yanında, kriz nedeniyle altı aydır silolarda biriken tahılın sevk edilememesi yüzünden, başta bazı Afrika ülkeleri olmak üzere diğer fakir ülkelerde açlık tehdidi başlıklarına kaymıştı.
Ancak son günlerde, bu başlıklara, Rusya’nın Ukrayna’daki Zaporijya Nükleer Santralını vurma olasılığının, başta ülkemiz olmak üzere bütün çevre ülkelerde yaratacağı nükleer radyasyon tehdidi de eklenince, Çin yazılarına ara verip, Ukrayna Krizi’nin bu aşamasında neler olduğuna yönelik araştırmalarımızı derinleştirdik.
Bu arada tahıl sevkiyatı krizi, BM’nin desteği ve Türkiye’nin de araya girmesi ile şimdilik kısmen de olsa, aşılmış görünüyor. Ancak çevresi Rus ordusu tarafından sarılan nükleer santralın, Türkiye’nin de içinde olduğu yakın ve uzak çevre ülkeler üzerindeki tehdidi halen sürüyor.
Hatırlanacağı gibi, 1986 yılı nisan ayında Ukrayna’nın Chernobyl Nükleer Santralı’nda meydana gelen patlama, Uluslararası Nükleer Kaza Skalasına göre, dünyada felaket boyutlarında yaşanmış kazaların en büyüklerinden biri olmuştu. Aynı skalaya göre benzer şiddette bir nükleer felaket, 2011’de Japonya’nın Fukushima Nükleer Santralının deprem ve tsunami etkisiyle uğradığı yıkımda yaşanmıştı.
Zaporijya’daki bu durum, yakın geçmişte yirmi beş yıl arayla ortaya çıkan bu iki felaket sonrası alevlenen nükleer enerji santrallarının fayda/tehdit tartışmalarını hatırlatır gibi oldu ama, savaşın altıncı ayının sonunda ortaya çıkan küresel enerji krizi nedeniyle bu yaşamsal tartışma gündeme gelemedi.
Ukrayna’daki nükleer santrallar…
Ülkede toplam 15 reaktörün yer aldığı dört nükleer enerji santralı bulunuyor. Ukrayna, kurulu kapasitesi toplamı 13 GWe olan bu santrallar ile dünya nükleer enerji üretiminde 7.ci sırada yer alıyor. Bu dört santralın en büyüğü olan Zaporijya 5700 MW kapasitesi ile aynı zamanda Avrupa’nın en büyük enerji üretim tesisi. Uluslararası Atom Enerji Ajansı verilerine göre, 2020 yılında ülkenin elektrik enerjisinin yarısından fazlasını bu santrallar sağladı.
Ancak ülkenin güneydoğusunda yer alan Zaporijya geçen mart ayından bu yana Rusların işgali altında bulunmakla birlikte, santral normal koşullardaki çalışan sayısının onda biri ve santraldaki altı reaktörün ikisi ile elektrik üretimini sürdürüyor.
Ukrayna hükümeti sözcüleri, Rusya’nın amacının bir saldırı ile santralı ele geçirip, üretilen enerjiyi kendi enerji hatlarına bağlamak olduğunu iddia ediyorlar. Ancak iki gün önce Zaporijya’daki reaktörlerden birinin üretttiği enerjinin yangın nedeniyle hatlara verilmesinin kesilmiş olmasından ötürü, Ukrayna sözcülerinin benzer iddiaları, bir gün sonra hatta yeniden elektrik verilmesi ile boşa çıkmış oldu.
Fakat, elektriğin enerji nakil ağına bağlantısının kesilmesinin, reaktör soğutucularını besleyen pompaların da durmasına neden olabileceği ihtimali karşısında, reaktör çekirdeğindeki yakıtın, Chernobyl benzeri erimesinden kaygılanan uzmanlar, savaşın devamı halinde bir büyük felaket ihtimalinin her zaman gündemde olduğu konusunda kamuoyunu bilgilendirmekten kaçınmadılar.
Putin birkaç kez uyarıldı ama nafile…
Savaşın ikinci haftasında, yani geçen mart ayında Rusya’nın kontroluna geçen bu santral çalışanlarının bir bölümü, Rus güçlerince esir alınarak santralda zorla çalıştırılmaya başlandı. Bu koşullar altında, sürecin potansiyel bir felakete neden olabileceğini değerlendiren uluslararası uzman gruplarının ikazlarını dikkate alan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Putin’i, santral alanının askeri unsurlardan arıtılması açısından uyardı.
Batılı liderler ve özellikle Fransa Başkanı Macron da, benzer şekilde, sivil bir nükleer ünitenin savaşta askeri bir enstrüman olarak kullanılmaması konusunda uyarılarını tekrarladı.
Diğer yandan iki gün önce Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı sözcüsü Karine Jean-Pierre basına yaptığı açıklamada; Rusya’nın santraldan askeri güçlerini çekip, santralı güvenlik açısından inceleyecek ajans temsilcilerine açması talebinde bulundu.
The Washington Post’dan Adam Taylor’a göre de, savaşın başından bu yana nükleer felaket riskinden kaçınmadığı izlenimi veren Putin, geçen nisan ayında Rus birliklerinin, 1986’da patlama sonrası soğumaya terk edilen Chernobyl’e girmesine engel olmadı. Hatta BBC News’ün haziran ayı başında verdiği haberde de, Chernobyl’e giren Rus birliklerinin, sürekli radyasyon testleri yapılan tesisteki laboratuvarları talan edip, bazı önemli ekipmanları çaldıklarına dair bilgilere yer verildi.
En büyük risk…
Nükleer santrallarda en büyük risk, reaktörün vurulmasından çok, tesisi besleyen elektrik hatlarında meydana gelecek bir kesilmenin, yukarıda da değinildiği gibi, soğutma suyunu sevk eden pompaların durması nedeniyle reaktörün belirlenmiş sıcaklıkların üzerine çıkıp patlaması halinde tam bir felaketin yaşanacak olması.
Nitekim Uluslararası Barış için Carnegie Vakfı Nükleer Politikalar direktörü James Acton’ın, “nükleer santrallar savaş riskini göze alarak dizayn edilemezler” sözleri çarpıcı gerçekliği bütün açıklığıyla ortaya koydu.
Ne yazık ki….
Evet ne yazık ki süreç, tam da iklim değişikliği ve çevre konularının giderek bütün dünyada kendini iyice hissettirdiğinin açığa çıkmaya başladığı döneme denk geldi.
Nitekim, son otuz yıldır bütün dünyada karbon ayak izinin giderek ortadan kaldırılması için, fosil yakıtlardan kurtulup yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde yoğunlaşmanın küresel çapta benimsenmeye başladığı bir zamanda, başta Almanya olmak üzere bazı ülkelerde kömür santrallarının bile tekrar işletmeye alınması gündeme geldi.
Öte yandan, insanlığın geleceği için yüzyıllara varan riskler içeren nükleer santralların mevcutlarının bırakın kapatılmasını, yeni nükleer santralların inşa edilmesinden söz edilir oldu.
Küresel dengeler…
Gelişmiş Avrupa’nın tam ortasındaki iki ülke arasında ortaya çıkan bir sorunun, çağın ruhuna uygun diplomatik yollardan barışçı bir şekilde çözülmesi yerine, taraflardan birinin ABD ve İngiltere emperyal güçlerince tahriki; diğerinin ise ülkesinin başında ömür boyu kalmak isteyen bir otokratın ihtirasları yüzünden, başta gelişmiş ülkeler olmak üzere küresel dengeler bir anda alt üst oldu, dense, herhalde yanlış olmaz.
Kim kazandı?
Böylesi “kontroldan çıkıp, kanlı savaşa dönüşen bir süreçte kaybedenler yanında, kazananlar da olacaktır” kuralı gereğince, şimdiye değin kazananların başında, ABD’nin klasik güçlerinin ve onun diğer ülkelerdeki uydularının geldiğini söylemek yanlış olmaz.
Nitekim açık medyaya yansıyan son altı aylık bilançolara bakıldığında, başta ABD Askeri Endüstriyel Kompleksi olmak üzere, ABD Petrol Şirketleri ve Finans Kuruluşlarının büyük karlar yazdığını görmek mümkündür. Elbette onların diğer ülkelerdeki uydularının da bu büyük karlardan paylarına düşenleri aldıklarını da eklemek gerekir.
Putin Rusyasının bu süreçten karlı mı, yoksa kayıpla mı çıkacağı, Ukrayna’daki kanlı süreci uzatmak amacıyla, Ukrayna’ya yardım için Kongre’sinden yeni tahsisatlar çıkaran ABD yönetiminin, ABD halkından göreceği tepkiye bağlı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Peki kim kaybetti?
Şimdilik görünen o ki, başta ABD olmak üzere bütün batı ülkelerinde enflasyonun yükselmesinin önüne geçmek için arttırılacak faizler nedeniyle ekonomik büyümeler düşerken, işsizliğin artması kaçınılmaz olacaktır.
Yani, kapitalizmin doğası sonucu, zenginler daha zenginleşirken, savunmasız kesimlerin şimdiden başlayan sıkıntılarının gelecek yıllarda da artarak süreceği anlaşılmaktadır.
Uzun vadede kuşkusuz en büyük kaybın, geçmişte uzun yıllardır verilen çabaların sonunda yükseltilen küresel ısınma bilincinin, başta kömür olmak üzere fosil yakıtlar üzerinde oluşturduğu haklı baskının ortadan kalkacak olmasının bütün dünyada derin yaşamsal sorunlar yaratacağını söylemek yerinde olur.
Nitekim, küresel ısınma sonucu birçok ülkede ortaya çıkan iklim değişiklerinin oluşturduğu olumsuz haberler son günlerde giderek artmaya başladı. Bazı ülkelerde sıcaklık dalgaları yüzünden şimdiye değin görülmeyen kuraklık, nehirlerden suların çekilmesi, bazılarının kuruması süreçleri ortaya çıkarken, bazılarında beklenmedik düzeylerde yağışlar nedeniyle sel felaketleri sıklıkla yaşanmaya başladı.
Yazının sonuna geldiğimiz şu dakikada, BBC News sitesine düşen bir haberde; Rusya’nın kuzey doğu bölgesindeki bir doğal gaz sıvılaştırma tesisinde, sıvılaştırılamadığı için yakılan gaz fazlasının oluşturduğu büyük dumanın uydu fotoğrafları yer aldı. Aynı haberde, bu gaz fazlasının normal koşullarda Kuzey Akım boru hatlarıyla Almanya’ya sevk edilecek gaz olduğu bilgisine de yer verildi.
Tam bir kara mizah niteliğinde olan bu haber üzerine ne demeli?
Ne yazık ki dünyanın geleceği Putin benzeri ”benden sonra tufan” diyen demokrasiden nasibini almamış liderlerin insafına terk edildi. Sadece kendi ülkesini değil tüm insanlığı son örnekte olduğu üzere gaz fazlasını cayır cayır yakarak risk altına atan Putin’in, Roma’yı yakan Neron’un şöhretine göz diktiğini söylemek çok mu abartı olur?
Kaynak: www.yurtseverlik.com