Geçen şubat ayı sonundaki yazımızda, İsrail’de “siyaset sihirbazı” olarak adlandırılan Netanyahu’nun, başbakanlığı 6.kez ele geçirmesinin ardından, ülke demokrasisini sarsacak manevralarından söz etmiş, yazının sonunda, İsraillilerin bu duruma izin verip vermeyecekleri sorusunu sormuştuk.
Nitekim aradan çok geçmeden, muhalefetin son birkaç haftadır, dinmek bir yana artan itirazlarına aldırmayıp, yüksek yargıyı iktidara bağımlı hale getiren yasa değişikliklerini, İsrail Meclisi Knesset’ten geçiren Netanyahu hükümeti, ülkesinde on yıllardır rastlanmayan yaygın ve dinmeyen halk tepkisi ile karşı karşıya kaldı.
Tepki sadece halktan ve muhalif siyasetçilerden gelmedi; ülkenin cumhurbaşkanı Herzog da “iç savaş” kaygısını ifade etti. Ayrıca, konu üzerinde yerel medya yanında, başta ABD medyası olmak üzere uluslararası kanallarda tartışmalar sürüyor.
Geçen yüzyılın ortalarında kurulmasından bu yana geçen yetmiş beş yılda, zaman zaman “arızalı” da sayılsa demokratik yapısını sürdüren İsrail’de gerçekten bir “iç savaş” tehdidi olup olmadığını anlamak için gelin bazı güvenilir gözlemcilere kısaca kulak verelim.
İsrail’in sol eğilimli liberal Haaretz gazetesinin kıdemli yazarlarından Anshel Pfeffer geçen şubat başında yazdığı makalesinde, Netanyahu’nun bir yasa ile yargı sistemini ezme girişiminin, ülkede iç savaşa neden olabileceği ihtimalini, sadece dört hafta önceki yazısında bütünüyle dışlarken, şimdi gördüğü manzara karşısında derin kaygıya kapıldığını yazdı. Gördüklerinden biri, karayollarında, ‘Yahudi Ajansı’ adlı kamu destekli bir STK’nun imzasını taşıyan, “milhemet ahim” sözleriydi. Tevrat kaynaklı bu uğursuz sözler, İsrailliler için iç savaştan daha derin, “kardeşlerin savaşı” anlamına geliyordu.
Diğer yandan Londra merkezli Middle East Eye (Ortadoğunun Gözü) adlı dijital yayım kuruluşunun Tel Aviv’deki yazarı Lily Galili de, mart başındaki yazısında, İsrail’de şimdiye değin hiç duyulmamış ‘kardeşlerin savaşı” sözlerine dikkat çekti. Galili’ye göre bu sözler, İsrail’in kurulmasından bu yana, dayanışmacı bir toplum olmaktan duydukları gururla yurttaşların birbirlerine hitaplarında kullandıkları “kardeş” sözcüğü yerine, şimdilerde karşılıklı korku, aşağılama ve açık nefret düşüncelerinin hakim olmaya başlamasının kaygı verici olduğunu vurguladı..
İngiliz The Guardian gazetesinin Kudüs muhabiri Bethan McKernan da on gün önceki yazısında, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un, “son birkaç haftadır birbirimizden kopmamıza neden olacak kavgalar ülkemizi neredeyse uçurumun kenarına sürükledi” sözlerine yer verdi.
Süreci daha iyi anlamak için, şimdi de gelin, Yahudi toplumunun İsrail devletinin kurulmasına değin geçirdiği aşamalardan, konuyla ilgi kısa bir seçkiye göz atalım.
Yahudi tarihinden İsrail devletine gelişin kısa arka planı..
Yahudiler, yaklaşık üç bin yıllık tarihleri boyunca, ilki İ.Ö.8.yüzyılda, ikincisi İ.Ö.6.yüzyılda olmak üzere iki kez topraklarından sürülmelerinin ardından topraklarına dönüp ikinci mabetlerini inşa ettiler. İ.S. ilk yüzyılın ortalarında Romalıların hükümranlığı altında yaşarken onlara başkaldırdıkları savaşta yüzbinlerce kayıp verdiler. İkinci Mabetleri de yıkılınca, kalan nüfusun bir bölümü topraklarında esaret altında yaşamaktan başka çare bulamazken, büyük bir bölümü de topraklarını terk ederek başka ülkelere göç ettiler.
Ancak ikinci sürgün günlerinde Babil’e esir olarak götürüldüklerinde ettikleri; “Kudüs ey Kudüs! Seni unutursam sağ elim hünerini unutsun!” yeminini son iki bin yıla yakın süre boyunca, nesilden nesile aktarıp bir gün topraklarına geri dönme umudunu beslediler. Nihayet 19.yüzyılda, Theodor Herzl adındaki Yahudi Macar gazetecisi bu umudu gerçekleştirmek için Siyonizm olarak bilinen Yahudi siyasi hareketini başlattı.
Hatırlanacağı gibi, batılı diasporada yaşayan zenginleşmiş Yahudilerin maddi, başta İngiltere olmak üzere bazı batılı ülkelerin siyasi desteğiyle, Yahudi Ajansı’nın başındaki David Ben-Gurion, 1948 yılı mayıs ayında Yahudilerin kadim topraklarında İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti.
Batı Avrupa ülkeleri ve Kuzey Amerika’dan göç eden iyi eğitimli Yahudiler ve diasporadan akan sermaye ile, İsrail ekonomisi başlarda özelikle tarımda uygulanan sosyalist üretim ilişkileri sayesinde hızla büyüdü. Sonrasında da, giderek kapitalist üretim ilişkilerine dönüşüm ve ABD’nin hem askeri, hem de siyasi desteğiyle, bölgenin en güçlü devletlerinden biri haline geldi.
Nitekim, Haaretz yazarlarından eski diplomat Alon Pinkas’ın işaret ettiği gibi, 1970’lerin başında yılda üç milyar dolarla başlayan maddi destek, bir süre önce yıllık dört milyar dolara yakın bir miktara yükseltildi. Ayrıca son yarım yüzyıldan uzun süredir, ABD’nin diğer bir desteği ise, İsrail’in, Arap ülkeleriyle 1967’de girdiği ‘6 gün savaşı” ile başlatıp her fırsatta sürdürdüğü topraklarını genişletme stratejisine karşı, Birleşmiş Milletler’in, İsrail aleyhine aldığı onlarca kararın uygulanmasını durdurması oldu
Siyasi yapı..
Yaklaşık dokuz milyon nüfusa sahip İsrailde, toplam 55 siyasi parti olduğu dikkate alındığında, toplumun son derece siyasallaşmış olduğu anlaşılıyor.
Böylesine parçalı bir siyasi yapı nedeniyle, ülke genellikle koalisyon hükümetlerince yönetilmeye çalışılıyor. Nitekim 2019’da başlayan siyasi istikrarsızlık nedeniyle, kısa aralıklarla yapılan dört seçimden sonra, geçen yıl kasım ayında beşinci kez seçimler yapıldı. Bu seçim sonucuna göre, 120 üyeli parlamentoda (Knesset), en küçüğü 1 üye, en büyüğü de 34 üye ile temsil edilen 11 parti yer aldı.
Middle East Eye adlı internet gazetesinin tanınmış yazarlarından David Hearst, nihai hedefi, “Yahudi Devleti” kurmak olan ultra ortodoks siyonist projeciler ve ana akım siyonist partilerin, bu dönemde daha öncesinde hiç olmadığı kadar siyasi güç elde ettiklerini yazdı. Dinci siyonist üç partinin oluşturduğu ve parlamentoda 14 üyelik elde eden aşırı sağ grup, seçimlerde çoğunluğu elde eden Likud partisi başkanı Netanyahu başbakanlığındaki 32 üyeli kabinenin yarısına yakınını elde etti. Böylece Netanyahu İsrail tarihinin en sağcı hükümetini kurmuş oldu. Sol kanat ve merkez partileri yanında, İsrail’deki Arapların iki partisi de muhalefeti oluşturdu.
İlk değerlendirme..
Son otuz beş yıldır ülkesinin siyasi arenasında boy gösterip, bu sürenin yarısına yakını boyunca beş kez yaptığı başbakanlığı, şimdilerde altıncı kez eline geçirmiş, Netanyahu gibi bir “kurt” siyasetçinin, yargıyı etkisiz hale getirmek için son girişimine, İsraillilerin büyük çoğunluğunun tepkisiz kalacağını düşünmüş olması mümkün değildir.
Çünkü İsrail, başta Filistinli’ler ve komşuları olmak üzere, dış siyasette her türlü haksızlık, hukuksuzlukta sınır tanımayan “şımartılmış” bir devlet olsa da, geçmişte eski cumhurbaşkanlarını bile yargılayıp hapse gönderecek kadar sağlam bir iç hukuka sahiptir. Nitekim, Netanyahu’nun iç hukuka büyük darbe anlamına gelen son girişimine halkın büyük tepkisi de bu gerçekliğin göstergelerinden biridir.
Bu büyük iç tepki yanında, İsrail’in en büyük destekçisi ABD’nin şimdiki başkanı Biden’ın da, yakın geçmişte Trump ile yakın ilişkisinden hoşlanmadığı Netanyahu’ya bu son girişimi nedeniyle açıkça tavır almıştır.
Hem dış, hem de yoğun iç tepkiler ve Cumhurbaşkanı Herzog’un da ciddi uyarıları karşısında Netanyahu, kendi sözleriyle “iç savaş” tehdidinin önüne geçmek için yasa üzerindeki görüşmeleri, nisan ayı ortalarına dek sürecek Yahudi Hamursuz Bayramı ertesine ertelemek zorunda kalmıştır.
Bu arada, yeri gelmişken, “illiberal demokrat” olmakla övünen Macaristan Başbakanı Orban ve Polonya’lı mevkidaşı Jaroslaw Kaczynki’nin, , Netanyahu’nun hukuka darbesine destek verdiklerini not edelim.
İkinci değerlendirme..
Geçen yüzyılda yaklaşık yirmi yıl arayla yaşanan iki dünya savaşının ardından girilen yeni dünya düzenine şekil veren güçlerin en etkilisi olan ABD ve müttefiklerinin verdiği destekle, Yahudilerin kadim topraklarının küçük bir bölümünde, İsrail devleti kurulurken, aynı toprakların bir diğer kadim unsuru Filistinlilerin büyük bölümünün göçe zorlandığı dikkatten kaçırılmamalıdır.
Bu arada İsrail’in, Levant Yahudileri olarak bilinen “Sefarad”lar öncülüğünde kuruluşunu izleyen ilk yirmi yılda, özellikle tarımda uygulanan sosyalist üretim ilişkileri sayesinde bulunduğu topraklara tutunmasının ardından, kuzey ülkelerinde yaşayan ve “Eşkenazlar” olarak adlandırılan büyük Yahudi toplulukları da İsrail’e göç ettiler.
Böylece nüfusu hızla artan İsrail’in, kadim topraklarını geri kazanmak için mücadele eden Filistinliler ve onları destekleyen Arap ülkeleriyle girdiği savaşlar sonunda işgal ettiği topraklardan çıkmak bir yana her fırsatta genişleme yoluna gittiğini belirtmek gerekir. Nitekim, Birleşmiş Milletlerin sayısız kararlarını hiçbir şekilde tanımayan İsrail’in, son yıllarda Filistinlilerin yaşadığı Batı Şeria’da, İsrail Yüksek Mahkemesinin kararlarına da aldırmadan yeni yerleşim alanları kurmayı sürdürdüğü bilinmektedir.
Üçüncü değerlendirme..
Açıkça ifade gerekirse, İsrail’in kadim topraklarında kurulmasında, seksen yıl önce, Hitler’in uyguladığı Holokost sürecinde altı milyon dolayında Yahudinin katledilmesinden, başta Almanya olmak üzere batılı ülkelerde duyulan büyük utanç önemli rol oynadı. İsrail hükümetleri de, her fırsatta bu durumu kapitalize etme fırsatını kaçırmadı.
Diğer yandan, baştan beri ABD’nin, hem madden, hem de siyasi açıdan destekleyip koruma altına aldığı İsrail’de siyaset, giderek iyice sağa kayarak ülkenin en temel kurumlarından Yüksek Yargının yetkilerini budayıp, hukuku da siyasallaştırma aşamasına geldi.
Öyle anlaşılıyor ki, İsrail’de, siyasetin hukuka saldırısının bu aşamada ortaya çıkmasında, siyaset sahnesinde uzun yıllar kalmayı başaran Netanyahu’nun özel sorunları nedeniyle köşeye sıkışmasının da büyük payı bulunuyor.
Nitekim, başbakanlık dönemlerinde işlediği suçlar nedeniyle, 2020’den beri yargının peşinde olduğu Netanyahu üç yıldan uzun süredir yargıdan kaçmayı başardı. Ancak daha fazla kaçamayacağını anlamış olmalı ki, ilk fırsatta yargıya darbe yaparak, yargıçları atama yetkisinin parlamentoya geçmesini planladı.
Nitekim altıncı kez başbakan olur olmaz, zaten bir hayli kutuplaşmış toplumu için “iç savaş” eşiğine taşıma pahasına, siyonist köktencilere görülmemiş tavizler vererek hükümetini kurdu. Planladığı gibi, yargıya ilk darbesini yaptı ama başta İsrail halkının geniş kesimleri olmak üzere, ülkesinin cumhurbaşkanı ve en büyük destekçisi ABD başkanından tepki alınca, zaman kazanmak için şimdilik çark etmeyi tercih etti.
Sonuç..
Ortadoğuda, göreli küçüklüğüne karşın, bölge jeopolitiğindeki gücü nedeniyle, İsrail’in siyaseten geldiği bu aşamanın, Biden’ın ilk demecinde, dünyanın en önemli sorunu olarak ortaya koyduğu ‘demokrasi/otokrasi’ ikilemi açısından çok önemli olduğunu kaydetmek yerinde olur.
İsrail’deki bu sürecin, Yahudi toplulukların halen bir hayli etkin olduğu iki ülke olan Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın sürdüğü günlere denk gelmesi basit bir tesadüf müdür, sorusunun yanıtı henüz belli değil. Ancak, Ukrayna’ya komşu, “illiberal” olarak nitelendirilen otokrasiye yatkın rejime sahip Polonya ve Macaristan liderlerinin Netanyahu’ya destek vermeleri dikkatten kaçırılmamalıdır.
Sonuç olarak, İsrail’deki siyasi istikrarsızlığın bir “iç savaşa” dönüşüp, dönüşmeyeceği, hem Ortadoğu, hem AB ülkeleri, hem de ABD için çok kritik bir test niteliğinde olacak gibi görünmektedir.
Kaynak: www.yurtseverlik.com