Çin, 21.yüzyılın başlarından bu yana, özellikle teknolojik üretim alanında büyüyen ekonomisi ile yüzyılın ilk on yılının sonunda Japonya’yı, dünya ligindeki yerinden etti. Böylece ABD’nin ardından dünyanın ikinci büyük ekonomisi olmayı başaran Çin’in bu baş döndürücü büyüme öyküsü, başta ABD’liler olmak üzere batılı oryantalistlerin uzun süredir dikkatini çekmeyi sürdürüyor.
Nitekim geçen ayın 22’sinde Foreign Affairs dergisinde Oriana Skylar ve Derek Scissors imzası ile yayınlanan “Çin hala yükseliyor” başlıklı yazıda, ABD-Çin ilişkilerinin geleceğine dair ilginç değerlendirmelere yer verildi.
Bu değerlendirmeler arasında “önümüzdeki on yıl içinde Çin’in Asya’daki gücünün daha da artarak; 2030’da dört uçak gemisine sahip olacağı; yer ve hava bazlı silah envanterinin ABD’yi tehdit boyutlarına erişeceği ve Asya’da hava gücü açısından atılım yapacağı” gibi hususlara işaret edilerek, ABD karşısında asimetrik üstünlük sağlayacağı tahmininde bulunuldu.
Bu üstünlüğün, ABD’nin Tayvan’a müdahalesini, “tek ülke, iki sistem” doktrinine saldırı olarak değerlendireceğini her fırsatta ifade eden Çin yönetimini daha da agresifleştireceğimin iddia edildiği makalede, sürecin 2027-37 arasında bir savaşa dönüşmesinin şaşırtıcı olmayacağına değinildi.
Bu öngörü bir an için kuvvetle muhtemel kabul edilirse, şu sorunun yanıtı son derece önemli hale gelir:
Küresel çerçevede gerçekten korkutucu bu sona doğru yol alırken acaba iki ülkede karar verici konumda kimler olacak?
Her iki ülkedeki siyasi kadroların şimdilerde bulundukları yaşlara bakıldığında, Xi Jinping dahil Çin’i yönetenlerin ortalama 68, 79 yaşındaki Biden hariç ABD yönetimindekilerin ortalamasının ise 56 olduğu anlaşılıyor. Yukarıda söz edilen olası “savaş” sürecine doğru, özellikle Çin’deki yaşlı kadroların daha da yaşlanacak olmaları nedeniyle, yerlerini arkadan gelen nesillere bırakmaları bekleniyor.
Öyleyse, son zamanlarda çok konuşulan “Nesiller Teorisi” üzerinden, Çin’in Z-Kuşağı üzerindeki değerlendirmelere bir göz atarak, savaş ihtimalinin öngörüldüğü yıllara doğru büyüyüp, muhtemelen ülkelerinin yönetiminde rol almaya başlayacak bu gençlerin şimdilerde yaşama nasıl baktıklarını anlamaya çalışalım.
Kuşaklar Teorisi ve Z-Kuşağı…
Bazı temel toplumsal ve bireysel konularda insanların düşünce ve davranış biçimlerini ölçmek için “kuşaklar araştırması” adı altında yapılan çalışmalar, son zamanlarda bütün dünyada bir hayli dikkat çekici hale geldi.
Bu araştırmaları yapanlar, bir ülkenin dış işlerinden sosyal politikalarına kadar birçok konuda, yurttaşlarının düşünce ve davranışları arasındaki farkların en aydınlatıcı göstergelerinden birinin, bireylerin yaşları olduğunu kabulü üzerinden hareket ediyorlar. Böylece, aynı yaş grubunda olanların zaman içinde gösterdikleri değişim, araştırmacılar için anlamlı bir araç haline geliyor.
Nitekim, batı orijinli birçok danışmanlık kuruluşu, sosyo-politik, ekonomik, ticari vb parametreler açısından, kuşaklar arası etkileşim ve geleceğe dair tahminler ortaya koyan çalışmalar yapıyorlar.
“Kuşak” sözcüğü, birbirlerinden 15 yıl arayla doğan gruplara verilen farklı isimlerle anılıyor. Ancak bu ayrımın, sabit, belirli ve keskin olmaktan çok genel fikir verici nitelikte göstergeler olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Bu çerçevede, 1980-1996 arasında doğan ve Y-Kuşağı olarak adlandırılanların ardından, 1997-2012 arasında doğanlara Z-Kuşağı adı veriliyor. Bu iki kuşak, herbiri %25’lik paylarla, dünya nüfusunun yarısını, yani dört milyar dolayındaki kesimini oluşturuyor.
Yazının girişinde, 21.yüzyılın başlarından günümüze değin Çin’de ortaya çıkan gelişmelerin sonunda varılan aşamayı kısaca ortaya koymaya çalıştık. Öyle anlaşılıyor ki, dünyanın yakın geleceğinin şekillenmesinde en belirleyici rollere sahip iki ülkeden biri Çin, diğeri de ABD olacak.
Yazının makale boyutunun ötesine taşmaması için, bu yazıda ABD’nin Z-Kuşağını bir kenara koyup, Çin’in Z-Kuşağını ele alalım.
Çin’in Z-Kuşağı…
Fortune Dergisi’nden Yvone Lau’nun geçen ayın başındaki makalesinde, dünyanın büyük yatırım bankalarından Jefferies’in araştırmacılarının Çin’in Z-Kuşağı hakkında yayımladıkları yeni bulgulardan hareketle şu görüşlere yer verildi.
Günümüzde Çin’in Z-Kuşağındakiler, 1980-2015 arasında nüfus planlaması için uygulanmaya çalışılan “tek çocuk” siyasi girişiminin ürünleri. Şimdilerde çocukluk yaşında olanların %60’ı ise, ebeveynlerinin tek çocukları olarak ülke ekonomisinin hızla büyüdüğü yıllarda dünyaya geldiler.
Yaklaşık 300 milyon dolayında nüfusa sahip Çin’in Z-Kuşağının önemli bir bölümü, ebeveynlerine göre daha iyi eğitilmiş, daha varlıklı olmanın yanında daha bireyci görüşlere sahipler.
Sosyal adalet konusunda düşünceleri açısından bakıldığında, çoğu, batılı ülkelerdeki akranları kadar kaygılı görünmüyorlar. Siyasi açıdan bakıldığında, Çin’li gençler arasında, maruz bırakıldıkları milliyetçi propaganda nedeniyle, devleti eleştirenlerin “hainlik” ile damgalanmasının bir hayli yaygın olduğunu kaydetmek gerekir.
Bu algının öne çıkmasında önemli faktörlerden birinin de, internet ortamında, “Çin Güvenlik Seddi- Great Firewall” adı verilen sıkı sansür uygulamasının rol oynadığı anlaşılıyor.
Nitekim yirmi yıl öncesinden bu yana, ÇKP yönetimi, yurttaşlarının batı orijinli web sitelerine erişimini büyük ölçüde sınırlandırmış bulunuyor. Böylece Çinli gençlerin Facebook, WhatsApp, Instagram ve YouTube gibi ABD orijinli servislere erişmeleri yasak.
Bunların yerine ÇKP denetimindeki, Weibo, WeChat, Duoyin gibi sitelere girebilen gençlerin koyu Çin Milliyetçiliği’nin propaganda bombardımanı altında olduğu düşünüldüğünde, milliyetçi duyguların neden öne çıktığı daha iyi anlaşılacaktır. Ülkedeki gençlerin giderek artan milliyetçiliğinin tüketim alışkanlıklarını da etkilediği anlaşılıyor. Nitekim, gençlerin büyük çoğunluğu, yabancı markalara uzak durup, renk ve tasarım açısından yerli mal ve markaları tercih ediyor. Bu kısmen pırıltılı görüntünün yanında, özellikle pandemi sürecinde Xi Jinping’in iddialı Sıfır-Covid politikasının ülkede oluşturduğu olumsuzluklardan gençlerin de payını almaya devam ettiğine işaret etmek gerekir.
Çin’in Z-Kuşağını ilgilendiren temel sorunlar…
Çin’in son kırk yıl içinde, eşine az rastlanır kalkınma ve kentleşme sürecinin arkasında, eğitim-öğretim sektörünün her düzeyinde yapılan büyük yatırımların olduğu açıktır. Nitekim 1990’da yarım milyon dolayında mezun veren yüksek öğretim kurumlarının bu yaz on bir milyona yakın mezun vermesi bekleniyor.
Ülkedeki üretim tesislerinde mavi yakalı açığı varken, beyaz yakalılar için yeterli iş fırsatı olmadığı anlaşılıyor. Şimdilerde %19’a çıkan diplomalı genç işsizlik sorunu, ülke yönetimini kaygılandıran sorunların başlarında geliyor.
Çin’deki işçi piyasası üzerinde uzman ABD Cornell Üniversitesi akademisyenlerinden Eli Friedman’a göre, şimdilerde o gençler, ekonomik sıçrama dönemlerinde iş piyasasına girenler kadar şanslı değiller. Bu durum, devlet ile gençler arasında, onlara refah vaad ederek siyasetten uzak tutan zımni anlaşmanın sonuna gelindiğinin işareti olarak kabul edilebilir.
Son iki yıldır, Çin yönetiminin “sosyal uyum” adı altında, teknolojiden eğitim ve gayri menkule kadar özel şirketler üzerinde kurduğu baskı çok sayıda şirketin para kaybına, bazılarının çalışan sayısında azaltmaya gitmesine, bazılarının da kapanmasına neden oldu. Pekin Normal Üniversitesinin tahminlerine göre üç milyon dolayında iş kaybı riski ortaya çıktı. Nitekim Sıfır-Covid politikası yüzünden milyonlarca küçük iş yeri kapandı. Çin-AB düşünce kuruluşu Merics analistlerinden Valerie Tan’a göre bunların büyük bölümünü küçük sermayeli girişimler olan market, kafe vb işyerleri oluşturdu.
Bir hayli kırılgan hale gelip yavaşlayan ekonomi nedeniyle, genç kesimde yükselecek sesleri, yaklaşan ÇKP 20.Kongresi öncesi bastırmak isteyen Xi Jinping sosyal medyaya ağır sansür uygulamaya başladı.
Ayrıca, bir yandan küçük krediler ve vergi avantajları sağlanan üniversite mezunu işsiz gençlerin kırsal kesimde iş kurmaları teşvik edilirken, yerel yönetimlere sağlanan fonlarla üniversite mezunu genç istihdamının desteklenmesi suretiyle işsizliğe çözüm arayışları sürdürüldü.
Sonuç
SSCB’nin 1989’da yıkılmasının ardından tek süper güç olarak bütün dünyaya neo-liberal düzeni dayatan ABD, süreç içinde müthiş ekonomik büyümeler ile güçlenen Çin ile sonunda baş başa kaldı.
Bu süreçte Çin, ülkesine çektiği yabancı sermaye ile ucuz işgücünü kullanarak dünyanın fabrikaları haline getirdiği işletmeleri yanında, başarı ile uyguladığı eğitim-öğretim seferberliği sayesinde dünya üniversiteler liglerinde ilk sıralara oynayan yüksek öğretim kurumlarına sahip oldu.
Ancak komünist yönetim altında ekonomide benimsenen neo-liberal düzen, hiç hesapta olmayan pandeminin kötü yönetiminin de katkısıyla duvara dayandı.
Sonuçta, “dişlerini tırnaklarına takarcasına” ders çalışıp, yüksek düzeyli üniversiteleri bitiren Çinli gençlere bir süre öncesine kadar sağlanan refah düzeyi artık sağlanamaz oldu. Şimdilerde bunların önemli bir bölümü işsizliğe, bir bölümü de, kendilerini ruhsal çöküşe taşıyan çalışma sürelerine mahkum edilmeye başlandı.
Bu olumsuz gibi görünen tablonun siyasi sonuçları olur mu?
Çin gibi, son derece sert otoriter yönetim altındaki bir ülkeden güvenilir veri akışı olmadığı için, süreci anlamaya dönük çalışmalar ne yazık ki, batılı gözlemci ve yorumcuların aktardıklarıyla sınırlı kalıyor. Ancak önümüzdeki ekim ayında toplanacak ÇKP 20. Ulusal Kongresi’nde alınacak kararların ülkenin yakın geleceğini büyük ölçüde belirleyeceğini söylemek mümkündür.
Şimdi en çok merak edilen soru, bu Kongre’de, Xi Jinping’in başkanlığının bir dönem daha uzatılarak, önce üçüncü dönem başkanlığına, ardından da ömür boyu ülkesinin başında kalıp kalmayacağına yol açılıp açılmayacağıdır.
Yazının başında sözü edilen 2027-37 arası dehşet verici savaş öngörüsünün ne denli gerçekçi olduğunu da, muhtemelen bu Kongre’de alınacak kararlar belirleyecektir.
Kaynak: www.yurtseverlik.com